Güncel Haberler

6/recent/ticker-posts

AİHM'den Türkiye'ye ByLock Kararı: Hukuk Katliamı Tescillendi.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 22 Temmuz 2025 tarihinde yayımladığı Demirhan ve Diğerleri – Türkiye kararıyla (başvuru no. 1595/20 ve diğer 238 başvuru), ByLock uygulaması kullanımına dayanarak verilen mahkumiyetlerin yol açtığı akıl almaz hukuksuzlukları bir kez daha tescilledi. Bu karar, AİHM'in 2023 Aralık ayında Büyük Daire tarafından verilen Yüksel Yalçınkaya – Türkiye kararına (başvuru no. 15669/20) benzer nitelikteki binlerce başvurudan 239'unu sonuçlandırarak, yargı sisteminin ne denli yozlaştırıldığını gözler önüne serdi.

Mahkemenin Gözüyle Yargıdaki Çöküş:

AİHM, Demirhan ve Diğerleri davasında, altı oya karşı bir oyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin iki temel maddesinin hunharca çiğnendiğine hükmetti:

Madde 7 İhlali (Kanunsuz Ceza Olmaz İlkesi): 
Mahkeme, başvuranların mahkumiyetlerinin "öngörülebilir olmadığını" ve "ilgili yasaların geniş ve keyfi bir yorumuna dayandığını" açıkça belirtti. Türk mahkemelerinin ByLock kullanımına yönelik "kategorik yaklaşımının" – yani, bu uygulamayı kullanan herkesin sadece bu temelde mahkum edilebileceği anlayışının – "keyfi yargılamaya, mahkumiyete ve cezalandırmaya karşı etkili koruma hakkını ihlal ettiğini" vurguladı. Bu tespit, hukukun temel direklerinden birinin nasıl dinamitlendiğini gözler önüne sermektedir.

Madde 6 § 1 İhlali (Adil Yargılanma Hakkı):
Başvuranların aleyhindeki ceza yargılamalarındaki "eksiklikler" ve özellikle "belirleyici delil" olan ByLock kullanımına etkin bir şekilde itiraz edememeleri nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varıldı. AİHM, "sadece ByLock kullanımının silahlı terör örgütü üyeliği suçunun tüm unsurlarının kanıtı olarak görülmesinin, savunma haklarını gereksiz yere kısıtladığını" kaydetti. Bu durum, sözde "yargılamaların" göstermelik olduğunu ve savunma hakkının yok sayıldığını kanıtlamaktadır.

Mahkeme, bu ihlallerin "sistemik bir sorundan" kaynaklandığını ve "çok sayıda kişiyi etkilediğini", dolayısıyla "ulusal düzeyde bir çözüm gerektirdiğini" özellikle vurguladı. Yüksel Yalçınkaya kararının ardından AİHM'in Türk Hükümeti'ne zaten 5.000 benzer başvuru hakkında bildirimde bulunduğu ve binlerce başvurunun hala AİHM'in önünde biriktiği belirtildi. Bu rakamlar, Türkiye'deki hukuksuzluğun devasa boyutunu gözler önüne sermektedir.

Erdogan Rejimi'nin Yargıyı Çürütmesi ve Yaratılan Mağduriyetler:

Bu davalar, iktidarın bir "terör örgütü" olarak tanımladığı, ancak aslında yıllarca ortak hareket ettiği bir cemaate üyelik suçlamalarıyla ilgiliydi. Sözde "terör örgütü" tanımının bizzat iktidar tarafından siyasi bir intikam aracı olarak kullanılması, hukuku hiçe sayan bir despotizmin işaretidir. Mahkumiyetler, büyük ölçüde Türk mahkemelerince "FETÖ/PDY üyelerinin münhasır kullanımı için tasarlanmış" olarak kabul edilen ByLock uygulamasının iddia edilen kullanımına dayanıyordu. Bu, muhalifleri sindirmek için uydurulmuş bir komployu andırmaktadır.

AİHM'in bu kararları, Erdogan rejimi'nin 15 Temmuz 2016 sonrası dönemde yargı sistemini nasıl çürüttüğünü ve hukukun üstünlüğü ilkesini ayaklar altına aldığını bir kez daha tescillemektedir. Yargı, adalet dağıtmak yerine bir intikam ve sindirme aracına dönüşmüştür. Binlerce kişinin, sadece bir uygulamanın kullanımı gibi temelsiz bir iddia üzerinden hayatlarının karartılması, bu rejimin hukuk tanımadığının en açık göstergesidir.

Hukuk sisteminin bu denli tartışmalı, hatta şaibeli bir delile dayalı olarak on binlerce mahkumiyet kararı vermesi, toplumun her kesiminde derin ve onarılamaz yaralar açmıştır. Eğitimden sağlığa, kamudan özel sektöre kadar toplumun can damarlarında yaşanan mağduriyetler, adil yargılama ilkelerinden sapmanın ülkeyi getirdiği yıkımı gözler önüne sermektedir. İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel haklar sistemli bir şekilde kısıtlanmakta, demokratik bir hukuk devletinin esamesi okunmamaktadır.

AİHM, Yüksel Yalçınkaya kararında olduğu gibi, bu davanın da sistemik bir sorundan kaynaklandığını ve ulusal düzeyde çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, ihlal tespitinin tek başına yeterli bir tazminat olduğuna hükmetmiş, ancak başvuranların Türk hukuku kapsamında iç yargılamaları yeniden açma imkanına sahip olduklarını ve bunun en uygun tazmin biçimi olacağını belirtmiştir. Bu karar, Türk yargısının bu hukuk katliamını temizlemek için derhal harekete geçmesi gerektiği yönünde uluslararası bir uyarı niteliğindedir.

Bu karar, Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyesi olarak insan hakları yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki taahhüdünü hiçe sayan Erdogan rejiminin yüzüne tokat gibi inmiştir. Hukukun üstünlüğüne bağlı bir sistemde, bireylerin özgürlükleri keyfi uygulamalarla kısıtlanamaz ve adil yargılanma hakları her koşulda güvence altına alınmalıdır. Ancak Türkiye'de yaşananlar, bu temel ilkelere tamamen sırt çevrildiğini göstermektedir.